Osmanlı Devleti'nin Batıyla temasa geçmeye başlamasıyla birlikte, hakim kültür de değişmeye başladı. Lale Devri ile başlayan ve Cumhuriyet'in ilanına kadar 200 yılı aşkın bir zaman dilimine yayılan bu değişim, kimi dönemlerde diğerlerine nisbeten çok daha hızlı yaşandı. Lale Devri'ni takiben bu tür bir Batılılaşma hamlesi ilk kez III. Selim döneminde gerçekleşti.
III. Selim Dönemi (1789-1807)
Lale Devri'nden itibaren Batıdan yapılmakta olan çeviriler, Osmanlı düşünce dünyasını Batı ekseninde şekillendirmeye başlamıştı. III. Selim, böyle bir dönemde, Fransız İhtilali’nin gerçekleştiği yıl tahta geçti.
III. Selim'in iktidarı süresince, gerek hıristiyan gerekse müslüman kesim arasında milliyetçi düşünceler yayılmış ve 'Osmanlı vatandaşlığı' kavramı ortaya çıkmıştı. Din ve devlet ilişkilerinin yapısı Osmanlı Devleti'nde ilk kez gündeme gelmiş, hatta 'Avrupa devletler dengesine katılmak veya Hıristiyan dünyasındaki devletlerle yeni biçimde ilişkiler kurmak gerektiği fikri'1 dahi ortaya atılmıştı.
Bu önemli gelişmeler nedeniyle, bu dönemin Cumhuriyet yıllarına giden süreçte çok önemli bir yeri olduğu, ileride Türkiye'nin gerçek tarihi yazılırken, ülkenin Avrupa serüveninin III. Selim döneminden başlatılması gerektiği rahatlıkla söylenebilir.
II. Mahmud Dönemi (1808-1839)
II. Mahmud dönemi, diğer dönemlere oranla çok daha radikal yeniliklerin gerçekleştiği bir dönemdi. Bu dönemin ilk önemli gelişmesi olarak, padişahın yetkilerini belli noktalarda da olsa sınırlandıran Sened-i İttifak belgesinin imzalanarak, (bir anlamda) müstakbel meşrutiyet sürecine yaklaşılmış olması gösterilebilir.
Batı düşüncesinin ve laikliğin Osmanlı Devleti'ne girişinde (ve daha sonra dinden uzaklaşılmasında) önemli rol oynayan Harbiye ve Tıbbiyye okullarının açılması da II. Mahmud döneminde gerçekleşti.
II. Mahmud'un uygulamaları, dinin devlet yönetimi üzerindeki tesirini önemli ölçüde azaltacak mahiyetteydi. Zira II. Mahmud'un, '[m]edrese softalarının askere alınması, din kurulunun iznini almadan haciz ve müsaderelere girişmesi, vakıf işlerini ele alması, Frenk adetlerine karşı aşırı ilgi göstermesi gibi konularda Şeyhülislamın verdiği muhtırayı yırtıp atarak "Ulema'nın sadece din işlerine karışması gerektiği, hükümet işlerini yönetme hakkının sadece Sultan'a ait olduğu" şeklindeki sözü dünyevileşme eğiliminin'2 net bir ifadesidir. Bu noktada, II. Mahmud'un, 'Bundan böyle teb'amdan Müslümanları ancak Cami'de, Hıristiyanları Kilise'de, Musevileri Havra'da tanımak isterim'3 şeklindeki bir diğer sözünü de hatırlamak gerekli.
II. Mahmud, Vak'a-yı Hayriye'den kısa bir süre sonra (Yeniçeri Ocağı ile arasındaki bağ nedeniyle) Bektaşi Tarikatını da yasakladı. Tekke ve tarikatlar hakkında çeşitli düzenlemeler getirdikten sonra, daha da ileri giderek, şeyhlerin devlet tarafından atanması yönünde girişimlerde bulundu. Kılık kıyafet konusunda (bütün memurlara sarık yerine fes takma mecburiyeti getirmek gibi) bir kısım dayatmacı uygulamalarda bulundu. Bütün bunlar sonucunda da, halk tarafından 'gavur padişah' olarak anılmaya başlandı.
Amerikalı Türk tarihi uzmanı Roderic H. Davison'ın, II. Mahmud döneminden sunduğu kimi örnekler bu konuda daha net bir fikir verebilir:
II. Mahmud'un, yüzyıl sonra Mustafa Kemal ******'ün şapka reformunda yaptığı gibi, attığı adımların daha temel değişikliklere psikolojik hazırlık olduğunun farkında olmakla birlikte, giyimde zorlama değişiklikler gibi dış görünüşlerle, yani kendisine yanlış amaçlar saptayarak işe başladığı suçlamasının haklı bir yanı vardır. Mısır Valisi Mehmed Ali'nin yetenekli oğlu İbrahim Paşa, II. Mahmud'a karşı yargısında oldukça sertti: "Bab-ı Ali, uygarlığı yanlış tarafından almıştır; bir ulusa apoletler taktırıp dar pantolonlar giydirerek yeniden doğuş işine girişemezsiniz; elbiselerinden başlamak yerine ... halkın zihinlerini aydınlatmaya çalışmalısınız". Geleneğe kafa tutan bu tedbirler, doğuştan gelen tutuculuğu canlandırmıştı. Dervişin biri, Mahmud'un atının dizginlerini yakalamış, şöyle bağırıyordu: "Gavur padişah, Allah günahkarlığının hesabını senden soracak. İslam'ı yıkıyor ve Peygamber'in bütün lanetini üstümüze çekiyorsun." Bu sözler muhalefeti simgelemekteydi. II. Mahmud'un reformları, bir anlamıyla, tıpkı Büyük Petro'nun, getirdiği yeniliklerle 'Moskofların ruhunu bölmesi' gibi halkından pek çok kimseyi karşısına almıştı. II. Mahmud'un keyfi yöntemleri Petro'nun yöntemleriyle benzer etkilere sahipti.4
Davison'ın II. Mahmud'u ******'e (ve Büyük Peter'e) benzetiyor olmasını, bu noktada gözden kaçırmamak gerekli.5