1930 yılında kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın pek çok yönü itibariyle Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'ndan ayrıldığı söylenebilir. Zira TCF, Halk Fırkası'nın ileri gelenlerinden bir kısım vekillerin partiden ayrılarak kurdukları ve ciddi anlamda bir alternatif oluşturabilmiş olması itibariyle gerçek bir muhalefet olarak kendini ispat etmiş bir partiydi.
Serbest Fırka için aynı şeyi söylemek epey zor. Zira Serbest Fırka, gerek Mustafa Kemal tarafından kur(dur)ulmuş olması, gerekse masa başında tasarlanmış olması itibariyle göstermelik bir muhalefet yapısına sahip.
Serbest Fırka'nın kuruluş süreci ilginç ayrıntılar da içermiyor değil. Mustafa Kemal'in, o dönemde Paris büyükelçisi olan yakın arkadaşı1 Ali Fethi (Okyar)'dan yeni kurulacak olan muhalefet partisinin başkanlığını yapmasını istemesiyle başlayan bu süreç, sonraki hemen her aşamada yine onun yönetiminde devam etti. Zira Ali Fethi (Okyar)'a, 'Bana, bir fırka teşkili arzunuzu bir mektupla bildirir ve bunu nasıl telakki edeceğimi bir mektupla sorarsınız. Ben de size iyi karşılayacağımı bildiririm. İşe başlarsınız.' diyen Mustafa Kemal, sadece resmi yazışma trafiğini kontrol etmekle kalmayacak, kendisine hitaben yazılmasını istediği yazıları dahi tashih edecekti. Nihai metinlerin basında yayınlatılması suretiyle de halkta 'doğal seyrinde gerçekleşen' bir siyasal gelişme yaşanmakta olduğu izlenimi uyandırılacaktı.
Ali Fethi (Okyar), anılarında bu duruma çeşitli örnekler vermektedir:
'Gazi Talat Bey'e HF Riyasetine [Reisliğine, Başkanlığına] vereceği istifa mektubunu kendisi dikte etti. Metinde, sofrada söylediklerini bir bir tekrar ediyordu. Bununla da yetinmedi. HF Riyasetinin, yani bir bakıma kendisinin vereceği cevabı da yine yazdırdı, hatta bununla da kalmadı, Talat Bey'in SF Riyasetine, yani bana yazacağı katılma mektubu ile benim bu müracaata vereceğim müsbet cevabı da dikte ettirdi!...'2
Serbest Fırka için milletvekili 'seçiminin' gerçekleştiriliş şeklinden Mustafa Kemal'in muhalefetin çapı ve tarzını da belirlemek istemiş olduğu sonucuna varılabilir. Zira, Serbest Fırka'nın mecliste grup oluşturmasının (iki kademeli antidemokratik yöntemle de olsa) seçime gidilerek değil, CHF'den yapılacak transferlerle temin edilmek istenmesi ve bu noktada 'kelle hesabı' milletvekili pazarlığı yapılmış olması böyle bir yaklaşıma işaret ediyor. Dönemin başbakanı İsmet Paşa'nın, Mustafa Kemal'in de bulunduğu bir ortamda Ali Fethi (Okyar)'a 40-50 milletvekili vermekten söz ettiğinde, Ali Fethi Bey'in bu rakama itiraz ederek 120 milletvekili istemesi ve Mustafa Kemal'in araya girmesiyle 70 rakamında anlaşılmış olması,3 milletvekillerinin politik düşünce ve anlayışlarının meclis hayatındaki yeri ve belirleyiciliği açısından da son derece manidar. Bu çerçevede, Mustafa Kemal'in Hamdullah Suphi (Tanrıöver)'e 'Sizi bu akşam SCF'ye verecektim. Fakat sonra düşündüm. Sizinle beraber Türk Ocakları'nı da vermiş olacaktım. Buna gönlüm razı olmadı.'4 diyebilmiş olması da bu çerçevede değerlendirilebilir.
Profesör Mete Tunçay, bütün bu tek taraflı kurgulardan ötürü 'güdümlü bir demokrasi deneyi' olarak nitelendirdiği Serbest Fırka girişimi söz konusu olduğunda, Mustafa Kemal'in 'kendi kendisiyle satranç oynar gibi' olduğu duygusuna kapıldığını ifade ediyor:
'Karşı takımın adını koyuyor, taşlarını bir bir seçiyor, kimin nerede oynayacağını belirliyor, programını denetliyor, ilgili yazışmaları (kendisine yazılanları bile) dikte ediyor, parasını veriyor vb. Fakat bütün bunları rastgele yakıştırmalarla yaptığını düşünmek doğru olmaz. Hükümete karşı kimlerin neler düşündüğünü bilmektedir. Yaptığı, onları, kendisinin istediği bir biçimde örgütlemekten, böylece de bütün ülke çapında ortaya çıkan ya da gizil duran karşıt eğilimleri bu odakta toplayarak denetleyebilmekten ibarettir.'5
Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın Kurulma Nedenleri
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kapatılmasının ve parti mensuplarının idamlara varan cezalara çarptırılmasının ardından başlayan tek parti dönemiyle birlikte Türkiye dünyada bir 'diktatörlük' olarak anılmaya başlamıştı. Bu durumdan Mustafa Kemal'in de rahatsız olduğunu, Serbest Fırka'nın tasarlandığı ilk günlerde Ali Fethi (Okyar)'a söylemiş olduğu şu sözlerde görmek mümkün:
'Bugünkü manzaramız aşağı yukarı bir dictature manzarasıdır. ... Ben öldükten sonra arkamda kalacak müessese, bir istibdat müessesesidir. Ben ise millete miras olarak bir istibdat müessesesi bırakmak ve tarihe o suretle geçmek istemiyorum.'6
Ali Fethi Okyar'ın Serbest Fırka öncesi dönemde Viyana'da başından geçen bir hadise ise, Mustafa Kemal'in sözlerini teyit etmesi bir yana, o dönemde yurt içinde telkin edilen 'Türkiye'deki tek partili sistemin daha demokratik olduğu' yönündeki düşünceyi de yansıtmaktadır:
'Geçenlerde Viyana'da bulunduğum zaman Neue Freie Presse gazetesi benden mülakat istemiş ve 'Türkiye'de kaç siyasi parti vardır?' sualini sormuştu. 'Bizde yalnız bir fırka vardır' cevabını verdim. Gazeteci hayret etti: 'Hükumet işleri sadece bir fırka ile nasıl kontrol edilebilir. O halde sizde parlamento mürakabesi de yok demektir' dedi. Kendisini tatmin için, bizdeki sistemi izah edip, 'Hayır, bizde mürakabe vardır, fakat bizim kendimize mahsus bir tarzımız vardır. Biz hükumeti fırkada ve encümenlerde kontrol ederiz. Böylelikle de ülkemize çok fırkaların varlığından kopup gelen sakıncaların tesirlerini önledik' dedim. Gazeteci ertesi günü söylediklerimi aynen yazmakla beraber –kendi tabiriyle– 'Şu budalaya bakın: Avrupa'nın ortasında bize parlamento dersi vermeye gelmiş' mealinde bir de fıkra ilave etmişti.'7 (vurgu eklendi)
Mecliste birden fazla partinin bulunmasını sakıncalı bir durum olarak gören, Serbest Fırka kapandıktan sonra da bu görüşü aynı şekilde dile getirmeye devam edecek olan CHF'nin Serbest Fırka'ya bir 'deney' olarak baktığı, meclis içinde ve dışında muhalefet partisinin taban bulup bulamayacağının da böylelikle test edilmiş olduğu söylenebilir. Ancak Serbest Fırka'nın kurulmasının ciddi ve samimi bir demokrasi arayışının ifadesi olduğunu söylemek epey zor. Zira böyle bir niyete ya da anlayışa, ne CHF'nin (1930'dan önceki ve sonraki) programlarında, ne de partinin ileri gelenlerinin sözlerinde (birkaç istisna haricinde) rastlamak pek mümkün değil. Dahası, aynı kaynaklarda, tam tersi istikamette, tek partili sistemi öven çok sayıda ifade de mevcut.
Serbest Fırka'nın Üç Aylık Siyasi Hayatı
Serbest Cumhuriyet Fırkası, 12 Ağustos 1930 tarihinde resmi olarak kuruldu. Kısa bir süre sonra da, küçük bir teknik müdahale ile Ali Fethi (Okyar) milletvekili yapılarak meclise sokuldu.8 CHF İzmir mutemedi Salih Bey'in 'yeni fırkanın danışıklı dövüş ve blöf olduğunu gazetecilere söylemiş'9 olması gibi gelişmeler nedeniyle Serbest Fırka'nın halk nezdinde inandırıcılığının bir parça zedelenmiş olması mümkün olsa da, Ali Fethi Bey'in (aynı zamanda bu iddiayı yalanlama amacıyla10) 5 Eylül'de İzmir'de düzenlediği mitingde 'elli bin kişi gibi görülmemiş bir halk kitlesi[ni]'11 bir araya getirebilmiş olması dikkate değer.
İzmir mitingini sabote etmek isteyenlerin çeşitli provokasyonlarla halkı tahrik ederek CHF binalarının taşlanmasını sağlaması ve ortaya çıkan karışıklığı sona erdirmek isteyen sınırlı sayıdaki polisin halka ateş açarak bir çocuğun ölümüne neden olması, o gün yaşanan talihsiz hadiselerdendi. Ancak ortalığın kan revan içinde kalmasıyla dehşete kapılan Ali Fethi Bey ve arkadaşları o gün bütün bunlardan daha da inanılmaz bir hadise yaşamıştı. Şöyle ki, oğlu miting meydanında kurşunlara hedef olan baba, çocuğunun ölüsünü yerden kaldırıp Ali Fethi Bey'e kadar gelmiş ve çocuğunu göstererek, "Size bir kurban, eğer isterseniz başka kurbanlar da verebiliriz, yeter ki bizi kurtarın!" demişti!12
'Halkı CHF'den bu denli bezdiren neydi?', 'Miting meydanında oğlu vurulan bir baba neden evladını CHF rejimine kurban gitmiş gibi hissediyordu?' gibi sorular elbette ayrıca ve derinlemesine ele alınmalı. Ancak bu noktada asıl öne çıkan gerçek, halk nezdinde CHF'ye karşı canından bezmişliğin de ötesine geçen bir bakışın da hakim bulunduğu ve bu çaresizliğin Serbest Fırka'ya olan yönelişi artırdığı olabilir. Ancak bu yöneliş, yapılan hileler nedeniyle Serbest Fırka'nın kısa siyasi hayatı boyunca halk önünde geçirdiği tek ciddi imtihan olan yerel seçimlerin sonuçlarına yansımadı. Zira halk iradesinin jandarma zoruyla baskı altına alınması sonucunda Serbest Fırka toplam 502 belediye seçiminin ancak 22'sini kazanabildi.
Edirne'deki Bulgaristan başkonsolosu, yaşanan gelişmelerle ilgili olarak ülkesinin dışişleri bakanlığına gönderdiği 20 Ekim 1930 tarihli raporunda, bir yabancı gözlemci olarak seçim döneminde halka uygulanan baskıları şöyle ifade etmişti:
'Trakya'nın öteki şehirlerinde olduğu gibi Edirne'de de 17 gün süren bu seçimler özgür olmamıştır. Örneğin, muhalefet partisinin kırmızı oy pusulalarını taşıyan seçmenlerin oylarını kullanmalarına, adlarının kütükte yazılı olmadığı gerekçesiyle izin verilmemiştir. Suçlu ve cezaevi kaçkını tipinde adamlardan oluşan çeteler, Yaldırım, Kayık, Kirişhan ve Karaağaç bölgelerini geceleri dehşete salmışlardır. Kargaşalıklar başgösterdiği haber verilmiştir. Seçimler sırasında, muhalefet partisinin adayları ve etkili üyeleri, geceleyin evlerinden çıkamamışlardır. Edirne'de seçim, belediye binasının önünde, polis müdürü ile yardımcısının gözü önünde yapılmıştır. ...
Muhalefet partisinin listesinde, şehrin en ileri gelen ve en saygın kişileri yer almıştır; bunların çoğu hukukçu, hekim ve tüccardır. ...
Seçimler özgür koşullarda yapılsaydı ve oy kullanmada yolsuzluklar olmasaydı, Edirne'de ve Trakya'nın her yerinde SCF kazanırdı.
Köylüler olsun, Edirne ve Trakya şehirlileri olsun, İsmet Paşa hükümetinden memnun değildirler ve bu idarenin Trakya için hemen hiçbir şey yapmamasından ötürü, değişmesini istemektedirler. Trakya'nın her yerinde sokak ve yollar yok gibidir, şehir ve kasabalar yüzüstü bırakılmıştır. Ekonomik planda ve sağlık konularında hiçbir şey yapılmamıştır. Yoksulluk içinde yaşayan kırsal nüfusla ilgilenilmemektedir. Vergiler çok yüksektir ve yöneticiler vergilerin ödenmemesini umursamamakta, vergi vermeyenlerin ellerinde ne kaldıysa alıp onları hapise atmaktadırlar. Trakya halkı bu hükümetin değişmesini istemekte ve ülkenin bu kesiminde yeni hükümetin herşeyi düzelteceğini ummaktadır.'13 (vurgu eklendi)
Ali Fethi (Okyar) ise, konuyu şöyle değerlendiriyor:
'Belediye seçimlerini aslında katıldığımız her yerde SF kazanmıştı. HF beklenmeyen şekilde yenilmişti. Bunu karşımızdakiler istisnasız biliyordu. Bu şartlar altında yaklaşan genel seçimlerde TBMM'de HF'nin iktidardan düşeceği gün gibi aşikar idi. Neticeler, en çok Gazi üzerinde tesir yapmıştı zannederim.'14
Mustafa Kemal'in konu ile ilgili yorumları da bütün bunları doğrulayıcı mahiyetteydi. Hasan Rıza Soyak, hatıratında şunları aktarıyor:
'[H]emen hepsi CHF'nin lehine olarak gelen seçim haberlerini arz ettiğim sırada bana 'Hangi fırka kazanıyor?' diye sormuş; 'Tabii bizim fırka Paşam' cevabını vermiştim de gülmüş; 'Hayır efendim; hiç de öyle değil!.. Hangi fırkanın kazandığını ben sana söyleyeyim; kazanan İdare Fırkasıdır çocuk!.. Yani Jandarma, polis, nahiye müdürü, kaymakam ve valiler... bunu bilesin buyurmuştu.'15
Serbest Fırka'ya Yönelişin Nedenleri
Serbest Fırka ileri gelenlerinin CHF idaresine yönelik temel eleştirileri yolsuzluk merkezliydi. En çok üzerinde durulan 'şeker tekeli' konusunda olduğu gibi, devlet, tekeli altına aldığı belli tüketim maddeleri dışarıdan ithal ediyor ve bu ürünleri halka çok pahalıya satılıyordu. Ancak söz konusu fiyat farkının nedeni yüksek vergiler değil, ithalat yapıldıktan sonra devletin şekeri birkaç aracı üzerinden daha geçirerek belli kişileri zengin etmesiydi. Tekel durumunda olan bu malların bütün ülkeye satışı yapıldığından, çok büyük bir ticaret hacmine sahip olan bu emtia üzerinden gerçekleşen yolsuzlukların boyutları çok büyük oluyordu. Serbest Fırka sözcülerinin, CHF İktisat Vekili Şakir (Kesebir)'in bu işte parmağı olduğunu ifade ettiklerini belirten Profesör Mete Tunçay, Ahmet Ağaoğlu'nun 19 Ağustos 1930'da Son Posta gazetesinde yayınlanan yazısının şu kısmını alıntılıyor:
'Şeker inhisarı [tekeli] bir facia ve bir cürümdür… şekerin okkası hariçten [yurt dışından] buraya 18 kuruşa mal oluyor. Halbuki biz şekeri 60 küsur kuruşa yiyoruz. Hariçten getirilen şeker buraya beş altı komisyoncu vasıtasıyla geliyor.'16
Bu tür sömürülerin yanı sıra, devletçi CHF rejiminin vatan sathını bir devlet dairesi haline getirmeye yönelik uygulamaları da halkı canından bezdiriyordu. CHF'li vekil Ahmet Hamdi (Başar)'ın 1930 yılı Türkiyesi ile ilgili yorumları, bürokratik yapının devlet kurumlarını arpalık haline getirirken halkı nasıl fakirleştirdiğine net örnekler vermektedir:
'İstanbul'da liman amelesi bile Serbest Fırka'ya rey veriyor. Çünkü bu amele Halk Fırkası namına istismar ediliyor. Amelenin bir cemiyeti vardır. Bu cemiyet onları korumak, hastalarına bakmak, muhtaçlarına yardım etmek için kurulmuştur. Amele yevmiyelerinden kesilen yüzde beşler buraya verilir. Cemiyetin başına Halk Fırkası tarafından reis, idare heyeti azası ve katip diye birtakım adamlar konmuştur. Reis filan vekilin tanıdığı bir eski şeyhtir. Katib-i umumi mazul [azledilmiş] bir mülkiyet memuru, azalardan biri falanın akrabası, diğeri de falanın kayırmasıdır. Reis dört yüz lira, azalar ikişer yüz lira aylık alırlar. Amelenin bıraktığı yüzde beşler bu maaşlara bile yetişmediğinden, yardım işini mecburen Liman Şirketi üstüne almış; cemiyet sadece bir yeyinti yeri olmuştur. Cemiyete kayıtlı olmayan ameleye iş verilmez. Onun için evinde çocuğu ilaç beklerken amele, Cemiyet ismi verilen tufeyli [asalak] istismar yuvasını Halk Fırkası'nın kendisi olarak görüyor ve ilk fırsatta bundan kurtulmak için Serbest Fırka'nın kucağına düşüyor.
Bu vaziyet yalnız liman amelesi değil, bütün amele için aynıdır.'17 (vurgu eklendi)
CHF'nin iktisadi sahadaki beceriksizlikleri ve hükümetin halkın acılarından ve ülkenin gerçeklerinden bihaber durumu konusunda İlhan Başgöz ve Howard E. Wilson'ın müşterek çalışmasındaki şu satırlar ibret vericidir:
'Yeni partinin beklenmedik yükselişi halkın hoşnutsuzluğuna bir delil oldu. Bu nedenle, cumhuriyetin liderleri, [SCF'nin kapatılmasının ardından], kurmuş oldukları rejimi tetkik etme durumunda kaldılar. Mustafa Kemal, halkın şikayetlerini anlamaya çalışan çok sayıdaki uzmanla birlikte Anadolu ve Trakya'yı gezdi. Sivil ve askeri yetkililer ve yerel Cumhuriyet Halk Fırkası liderleri haricinde rejimden memnun olan hiç kimseyle karşılaşmadılar. Cumhuriyet, köylülerin, işçilerin, küçük tüccar ve esnafın hayatına herhangi bir mühim rahatlık getirmemişti. ...
Rejim, ülkenin dört bir yanındaki 45,000 köy arasında bir piyasa sistemi inşa etmeyi becerememişti.'18 (vurgu eklendi)