Tek Parti Dönemi'nde milliyetçilik ilkesinin ırkçı/kafatasçı bir anlayışa sahip olması, Mustafa Kemal'in dönemin düşünce akımlarının tesiri altında kalmış olmasının bir sonucuydu. Zira Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda, Avrupa'da, 'ırkçılık "bilimsel" (!); üstelik de o bilimselliğin en zirvesi addediliyordu'1
Profesyonel bir asker olan Mustafa Kemal, (doğal olarak) bir sosyolog, felsefeci ya da düşünce adamı değildi. Farklı bir uzmanlık alanına sahipti. Gücü ve disiplini merkeze alan bu uzmanlık alanının, kişinin hayat felsefesini şekillendirme konusunda da fazlasıyla belirleyici olduğu muhakkak.
Siyasal bilimler literatüründe 'militarizm' kavramına karşılık gelen bu zihniyet, gücü çekinmeden ve amaca ulaşma adına merhamet göstermeden kullanabilenleri muzaffer etmesi, dahası, güçlü ve muzaffer olmayı, bir noktadan sonra, etkin (ve hatta haklı) olabilmekle eşdeğer kılabilmesiyle ön plana çıkıyor.
Türkiye ve Militarizm
Mustafa Kemal, yıpranmış olan devasa bir imparatorluğun son derece çalkantılı bir döneminde, II. Abdülhamid döneminden Meşrutiyet'e, Kurtuluş Savaşı'ndan Tek Parti Dönemi'ne sürekli kavga ve mücadele içinde büyümüş, padişahların tahtlarından silahla indirildiğine, savaşların ve hatta bağımsızlığın güçle kazanıldığına şahit olmuş bir askerdi. Anadolu kurtarıldıktan sonra gün gelip de Türkiye tekrar içişlerine odaklandığında, Mustafa Kemal Paşa'nın, hakim olan asker-devlet geleneğinin yardımıyla, meclisteki grubunu iktidara taşıyarak muzaffer bir komutan olarak cumhurbaşkanlığına da yükselmesi zor olmadı.
Mustafa Kemal Paşa, Türkiye'yi cumhurbaşkanlığı döneminde de yine bir asker olarak yönetti. Onun yönetimindeki Türkiye, meşrutiyetin çoksesliliğini yitirerek, gücün ve disiplinin merkeze alındığı, birliğin, konformizmin, itaatin ve en nihayetinde, bir liderin önünde hizaya gelmenin esas olduğu bir ülkeye dönüştü. Tek Parti Dönemi'nin bütün bu uygulamaları, o dönemde Avrupa'da güçlü olan korporatist/militarist fikir akımlarında sağlam bir fikri alt yapı buluyordu. Zira Jean Jacques Rousseau kollektivizminin, Auguste Comte pozitivizminin, ve Emile Durkheim sosyoekonomik dayanışmacılığının izleri Kemalist uygulamalarda son derece belirgindir.
'Türkiye, fikirde, karakterde, bedende birbirinden ayrılmaz bir surette güdülür'2 şeklindeki otoriteryen ve entegralist cümlelerde ifade bulan bu anlayış, '******'ün hep söylediği 'yekvücut millet – beyin şef' temasının en keskin formülasyonlarından biri.'3
Fikirde, karakterde ve bedende aynılaşarak (konformizm) tek bir vücut haline gelen (entegralizm), ardından da beyin şefin bu vücudun kafasını oluşturmasıyla birlikte tam itaatle (otoriteryenizm) kusursuz bir şekilde kumanda edilebilen (militarizm) bir toplumda birey var olamayacağı için, bireysel haklardan söz etmenin de olanaksızlaşacağı açık.
Militarizmin Farklı Olana Tavrı
Militarist yönetimlerin işbaşında olduğu ülkeler ile özgür ülkeler arasındaki en büyük farkın, militarist yöneticilerin, devletin işlerini değil, toplumu yönetmeye odaklanmaları olduğu söylenebilir. Toplumu asker, kendini de komutan gibi gören bir yaklaşımdan kaynaklanan bu durum, ister istemez kollektivist korporatist bir rejimi sonuç verir.
Belirlenen bir amaca ulaşma adına yekvücut olmanın vatani bir görev addedildiği böyle bir siyasal gelenekte, otoritenin hazırlamış olduğu kalıba girmeyi reddeden vatandaşların da 'vatan haini' ilan edilecek olmaları doğaldır. Ancak unutulmamalı ki, bu gibi durumlarla karşılaştıklarında rejimin sahiplerinin asıl endişesi, söz konusu muhaliflerin direnci nedeniyle gerçekleşecek emek kaybı değil, itaatsizliğin doğuracağı kötü örnektir.
Halk itaatsizliğin neden bu denli ciddiye alındığını çoğu zaman bilmez. Zaten yığın olmasının ve yığın olarak kalmasının yegane nedeni de budur. Rejimin sahipleri de zaten kontrol ve idarenin ne demek olduğunu çok iyi bildikleri için rejimin sahipleridirler. Bu nedenle de, küçük bir başkaldırıda gizli olan önemli anlamlar hiçbir zaman gözlerinden kaçmaz.
Ordubozanlar asla affedilmezler. Hatta öyle bir şekilde cezalandırılırlar ki, değil cisimleri, isimleri bile kalmaz. Üzerinden yüz yıl da geçse, kuruların yanında yanmaktan kurtulan yaşların torunları, ateşle oynayanların başlarına neler geleceğini hiçbir zaman hatırlarından çıkaramazlar.